KA'BE Ne Demek , Anlamı Nedir? : Yer yüzünde
Allah'a ibâdet edilmek üzere inşâ olunan ilk mâ'bed. Vuslat makamı. Kalbin
Hakk'a,
sevgiliye, bembeyaz
ihram giyerek, yani güzel huylarla süslenmiş olarak yönelmesi. Tasavvuf
erbabına göre,
iki türlü Ka'be söz
konusudur Ne Demek , Anlamı Nedir? :
Birisi Hz. İbrahim'in taştan topraktan yaptığı, çok defalar yıkıldığı halde,
tekrar
tekrar tamir edilen
ve yeniden yapılan maddî Ka'be. İkincisi de, Allah tarafından bina edilen insan
gönlü,
kalbi. Bu yıkıldığı
zaman yapılması mümkün değildir. O'nun için gönül yıkmamak gerek. Şunu
belirtmekte
yarar var Ne Demek , Anlamı Nedir? :
Mutasavvıflar, kalbe önem vererek Ka'be'ye gitmeyi, farz olan Hac görevini,
şeriatın bir emrini
ikinci plana atmış
değillerdir. Eğer bu gerçek olsaydı, hiç bir sufînin, üzerine farz olan hac
görevini
yapmaması gerekirdi
ki, tasavvuf tarihi ve velilerin biyografilerini dikkatle okuduğumuz zaman,
istisnasız
hemen hepsinin hac
görevini yaptığını görürüz. Onların kalbe önem vermeleri, Ka'be'yi ikinci plana
atar, gibi
görünmeleri,
gerçekte bu mânâda değildir; zira yaşadıkları hayat, bunun reel kriteridir,
göstergesidir. İslâm'ın
insan için olduğu
göz önünde tutulur ve onun eşref-i mahlukât yönü dikkatle incelenirse,
sûfilerin bu
filantropik
yaklaşımı, onların İslâm'ın özünü, özellikle Louis Massingnon'un da ifade
ettiği gibi "islam'ın gerçek
haniflik
yönünü" anladıklarını ve bu espiriye ulaşabildiklerini gösterir. Tasavvuf
erbabının bu tür görüşlerini
tenkid edenlerin,
önce kendi islâmî bilgi ve kültür birikimlerinin yeterli olup olmadığını
kontrol etmeleri
gerekir. Çoğu zaman
bu bilgi birikiminin tam olması da yetmemekte, olaya, İslâm'ın derûnî tarzda,
aşkla
yaşanması boyutu da
eklenmektedir. Öyle sanıyoruz ki sûfileri, bilgi ve aksiyonun birleştiği bir
alanda,
anlamak mümkün
olacaktır. Bu ifadelerde biz, gerçek tasavvufu, yani İslam'a derinin etle
bağlandığı gibi
bağlanan tasavvufu
ve İslâm'ı, Rasulullah (s) edasıyla yaşama çabasında olan, bilgi ile mücehhez
sûfileri
kastediyoruz. Psödo
(uyduruk) sûfilerin sayıca az olmadığı bir ortamda, böyle bir ayırımı yapmanın,
tasavvuf
tarihi içinde de
büyük önem arzettiği kanaatindeyiz. Zira, sahte ve hakikisi ayırılmadan,
yapılan tenkitlerin
bütün sufilere
teşmil edilişi, tasavvuf alanının mütehassısı olmayan kişilerde, ilmî bir
yanılgı olarak sürekli
gözlenmektedir.
Konu, hem ihtisas, hem de yaşama işidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder