sağlık bilgileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık bilgileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2008 Cuma

Hamilelik sırasında cinsellik

Toplumumuzda cinsellik üzerine konuşma ve tartışma günümüzde hala tabular arasındadır. Bir kısım kadın bu konuyu doktoruna açmaktan kaçınırken, bazen de doktorlar bu konuyu hastası ile açıkça konuşmaktan kaçınır. İşte gebelikte cinselliğin kuralları...

İletişim kopukluğundan çiftler gebelikte seksten uzak durmaları gerektiği mesajını çıkarırlar ya da halk arasındaki inançlara göre davranırlar.

Halk arasında birinci trimestr (gebeliğin ilk 16 haftası) de cinsel ilişkinin düşük ile sonuçlanacağı inancı yaygındır. Bilimsel olarak en fazla gebelik kaybının 1. trimestr de olduğu gebelik kayıplarının cinsel ilişki nedeni ile olmadığı, genetik bozukluklara bağlı olduğu bilinmektedir.

Gebeler cinsel istek artışına rağmen cinsel ilişkinin rahim ağzının açılmasını kolaylaştıracağı ve erken doğuma neden olacağı, damarların açılıp kanayacağı, erkek cinsel organının bebeğin başına zarar vereceği gibi asılsız, rahatsız edici düşünce ve inanışlara kapılıp cinsellikten uzak dururlar. Her ne kadar orgazm (boşalma) oksitosin (rahim kasını kasıcı madde) salgılanmasına neden olup rahim kasılmalarına yol açsa da bunlar doğumu başlatmaz, erken doğuma neden olmaz. Cinsel ilişki bebeğe (fetusa) zarar vermez erkek cinsel organının bebekle fiziksel olarak teması yoktur. Anne karnındaki bebek rahim kasları, içinde bulunduğu gebelik kesesi ve kese içindeki sıvı ile darbelere karşı koruma altındadır. Rahim ağzı kanalındaki (servikal kanal) salgıların koyulaşması ile oluşan mukus tıkaç bakterilerin ve semenin (sperm) rahim içine girmesini engelleyen bir bariyer oluşturur. Cinselliğe engel oluşturacak tıbbi problemler olmadıkça gebelik süresince hatta son güne kadar cinsel ilişki yasak değildir. Gebeler cinsel ilişkinin zararlı olabileceği koşulları kendi kendine değerlendirebilecek bilgi donanımından yoksun oldukları için bu konuda kadınlar en sağlıklı bilgileri kadın doğum uzmanlarından alabilirler.

Aşağıda belirtilen şartlar haricinde gebelere cinsel ilişki yasak değildir:

� Gebelik kesesinin erken açıldığı, suların erken geldiği durumlar

� Vajinal kanama

� Önceki gebeliklerde erken doğum tehdidi öyküsü ve şimdiki gebelikte erken doğum tehdidi

� Partnerin cinsel yolla bulaşan hastalık taşıyıcısı olması

� Plasenta previa (çocuğun eşinin önde olması ve rahim ağzı kanalını kapattığı durumlar)

� Çoğul gebelikte gebeliğin son aylarında

� Kadın doğum uzmanınızca cinselliğe yasak getirilen diğer durumlar.

Gebelik ve risk

Hiçbir zaman garantisi yoktur, ama hamile kadınların büyük çoğunluğu zamanında ya da yakın bir zamanda sağlıklı, normal bebekler doğururlar.

Ancak bazı faktörler düşük, ölü doğum, rahim içi büyüme geriliği ve erken doğum gibi hamilelik komplikasyonları riskini arttırma eğilimindedir.

Bu faktörlerin bazıları yaş gibi büyük ölçüde bizim denetimimizin dışındadır. Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi diğer faktörlerden kaçınmalısınız.

Yaş özel bir dikkat gerektiriyor, çünkü günümüzde birçok kadın hamileliği 30 lu, hatta 40 lı yaşlara erteliyor. Bu ne kadar güvenlidir? Yine, 35 yaşından büyük sağlıklı kadınların büyük çoğunluğu sorunsuz hamilelikler geçirmektedir. Bu kadınların çoğu hamileliğini planladığı için, genellikle motivasyonları çok yüksektir ve kendilerine özellikle iyi bakarlar.

Ancak anne ve çocuk için risk artmaktadır.

35 yaşından büyük kadınlarda şeker ve yüksek tansiyon genç kadınlara göre daha sık ortaya çıkmaktadır. Düşük ve ölü doğum oranı biraz daha yüksektir. Erken doğumu gerektiren nadir bir durum olan plasenta previa yaşlı annelerde daha yaygındır.

Doğum sancıları da ilk kez anne olan daha yaşlı kadınlarda biraz daha uzun sürmektedir.

Onlu yaşlardaki kadınlar da hamilelik komplikasyonları açısından yüksek risk altındadırlar. Genç annelerin kendilerine dikkat etmeye daha az özen gösterdikleri düşünüldüğünde, risk tamamen yaşla ilişkili olmayabilir. Bu genç kızlar yetersiz diyetler uygulamakta, doğum öncesi bakıma pek az ilgi göstermekte ya da hiç göstermemektedirler; sonuç olarak preeklampsi ve eklampsi sık sık toksemi olarak adlandırılan, potansiyel olarak öldürücü bir durum daha fazla görülmektedir. Onlu yaşlardaki hamile kadınların da düşük, rahim içi büyüme geriliği, ölü doğum ve erken doğum oranları birkaç yaş daha büyük kadınlara göre daha yüksektir.

Yetersiz diyet doğum kilosu düşük bir bebek doğurma riskinizi arttırır, bu bebeği enfeksiyona, hastalığa ve ölüme daha açık hale getirir. Yeterli kilo alamamak, bebeğinizi kötü bir şekilde etkileyebilir. Doktorların çoğu 9 ila 13 kilo arasında kilo alınmasını, ortalama olarak 11 kilo alınmasını tavsiye ediyor. Yaşamınızın büyük kısmında kötü beslendiyseniz, hamilelik sırasında uygulanan iyi beslenmeye rağmen bebeğiniz bunun etkilerini hissedebilir.

Sigara içenlerin bebekleri daha küçük olma eğilimindedir. Ayrıca, sigara içen bir kadın-da düşük ya da ölü doğum riski sigara içme-yen bir anneye göre biraz daha yüksektir.

Alkol, gelişmekte olan bebekte anormal değişikliklere yol açabilir. Fetal alkol sendromu, doktora içki alışkanlıklarının daha ılımlı olduğunu söyleyen annelerin bebeklerinde de ortaya çıktığı bilindiği halde, en fazla alkoliklerin ve aşırı içenlerin bebeklerinde görülmektedir. Bu bebeklerde yüz anormallikleri, kol, bacak ve kalp kusurları görülmektedir. Bazılarının büyümesi geri kalmakta ve ayrıca zeka geriliği de görülmektedir.

Kafein; kahve, çay, çikolata ve kolada bulunan bir uyarıcıdır. Çok kahve tüketen kadınların bebekleri ortalamadan biraz daha küçük olma eğilimindedir. Ancak bu kadınlar genellikle sigara da içtikleri için, kafeinin düşük kilodan sorumlu olup olmadığı bilinmemektedir.

Röntgenden gelen radyasyon cenine zarar verebilir. Bu nedenle mümkünse karına yönelik röntgenden kaçının.

Doktorlar artık röntgenin cenin üzerindeki potansiyel tehlikelerinin tamamen farkındadırlar. Ayrıca, donanım daha az radyasyonu gerekli hale getirecek şekilde geliştirilmiştir. Bu faktörler birleşerek, hamile bir kadının röntgen muayenesi gerektiren tıbbi bir sorunu olduğunda, röntgen muayenelerini güvenli hale getirmişlerdir.

Hamileyseniz, diş, baş ya da kol ve bacaklar için röntgen çektirmeniz güvenlidir. Modern teknikler karnınızı korur ve vücudunuzda röntgene maruz kalan tek kısım röntgenin odaklandığı bölge olur.

Doğum kusurları tüm yeni doğanların yüzde 2 ila 3 ünde ortaya çıkmaktadır. Bazı kusurlar annenin yaşıyla ilişkilidir. Örneğin, 30 yaşındaysanız, mongol bir bebeğe sahip olma şansınız 885 de l dir, ama 40 yaşın üzerindeyseniz olasılık 109 doğumda l dir.

Doğum kusurları riskinin, hamile kadın tarafından alınan bazı ilaçlarla, şeker, rahim için enfeksiyonları ve alkolizm gibi hastalıklarla arttığı bilinmektedir.

Gebelikle ilaç

Hamilelik sırasında aldığınız hemen her ilaç bebeğinizi de etkiler. Aspirin gibi görünüşte zararsız bir ilaç bile, plasentadan geçerek bebeğinize ulaşır.

Bu nedenle, doktorunuz onaylamadıkça ilaç almaktan kaçının. İlacın zorunlu olduğu bir rahatsızlığınız varsa, doktorunuz bebeğinizi gereksiz yere tehlikeye atmadan sorununuza yardımcı olacak bir ilaç seçecektir.

Bazen ceninin bir ilaca maruz kalmasının etkileri yıllarca ortaya çıkmayabilir. Dietilstilbestrol (DES) alan kadınların kız çocuklarında ortaya çıkan durum budur. Bu ilaç düşük tehlikesi olduğu düşünülen ya da daha önce düşük yapmış kadınlara yaygın bir şekilde veriliyordu. 1970 lerde, gelişme çağındaki bir çok kızda ve genç kadında olağandışı vajina, rahim boynu ve rahim değişiklikleri olduğu teşhis edildi. Ortak noktaları, annelerinin hamilelik sırasında DES almış olmalarıydı.

Cenini ters bir şekilde etkilediği bilinen ilaçlara teratojenler denir. Genel olarak, ilaç almanın en tehlikeli olduğu zaman hamileliğin ilk üç ayıdır, çünkü cenin gelişimi o zaman gerçekleşir ve cenin zedelenmeye çok açıktır. Ancak, aspirin gibi bazı ilaçlar hamileliğin daha sonraki dönemlerinde daha tehlikelidir.

Tıbbi bir rahatsızlığı tedavi etmek için mutlaka gerekli olmadıkça, hamilelik sırasında çoğu ilaçtan kaçınmak gerekir, ama bazı durumlarda ilaçlar cenine zarar vermekten çok yararlı olabilir.

Ceninin kalp atım hızındaki bazı anormallikler, annede kalp anormalliği olmasa bile, anne aracılığıyla kalp ilaçları uygulanarak tedavi edilebilir. Aynı şekilde, doktorunuz, tıbbi bir sorun nedeniyle doğumun gebeliğin 32. haftasından önce suni olarak başlatılması gerektiğine karar verirse, bebeğin doğumdan sonra nefes

alabilmesini sağlamak için bebeğe doğumdan önce kortikosteroid ilaçlar verilebilir.

Bazen hamilelikte ilaçlardan kaçınmak mümkün olmayabilir. Bazı kadınlarda ilaç gerektiren şeker ya da hipertansiyon gibi kronik hastalıklar vardır. Birçok hamile kadında antibiyotiklerin kullanımını gerektiren idrar enfeksiyonları ortaya çıkar. Ve doktorlar sık sık virütik bir hastalık nedeniyle yüksek ateşi olan hamile hastalarına asetaminofen almalarını önerir, çünkü uzun süren yüksek ateş cenin için potansiyel olarak tehlikelidir. Aşağıda doğum kusurlarına yol açtığı bilinen ya da yol açtığından kuşkulanılan bazı ilaçlar belirtilmiştir.

lsotretinoin (Accutane) akne için kullanılan bir ilaçtır. Kalp hastalığına ve ciddi yüz ve kulak anormalliklerine yol açabilir.

Antibiyotik streptomisin hamile bir kadın tarafından uzun süre kullanıldığında sağırlığa yol açabilir; tetrasiklin kemik büyümesinin geri kalmasına neden olabilir ve diş rengini değiştirebilir.

Dicumarol kalp rahatsızlığı ya da aşırı kan pıhtılaşması olan bazı hastalar tarafından kullanılan bir antikoagülandır [kanın pıhtılaşmasını önleyen ya da geciktiren madde]. Anormal yüz uzuvları ve zeka geriliği bu ilacın kullanımıyla ilişkilendirilmektedir.

Nöbetli hastalıklar (epilepsi) için kullanılan, konvülsiyonları önleyici bir ilaç olan dilantin tümörlere, büyüme geriligine ve başka anormalliklere yol açabilir.

Su tutulması sorun olduğunda kullanılan diüretikler, aşırı kullanıldıklarında ceninin beslenmesini etkileyebilirler.

Metiltestosteron dişi ceninde erkek özelliklerinin gelişmesine neden olabilir.

Sakinleştiriciler doğumdan sonra aylarca devam eden titremeler yaratabilirler.

Valium depresyona yol açabilir.

Bu eksiksiz bir liste değildir. Herhangi bir ilacı almadan önce mutlaka doğum uzmanınıza danışın.

Gebelikte kanama

Hamilelik sırasında vajinadan gelen kanama, yanlış bir şeyler olduğunun göstergesidir. Hemen doktorunuzu arayın.

Hamileliğin ilk 20 haftasında, kanama genellikle düşükle ilişkilendirilir. Düşük sırasındaki kanama hafif ya da ağır olabilir. Hiçbir uyarı olmayabilir ya da önce kahverengimsi bir akıntı fark edebilirsiniz.

Hamileliğin ilk günlerinde, yumurta rahmin içine tutunurken, bazı lekeler görebilirsiniz. Ayrıca tüm hamile kadınların yaklaşık 20 sinde, ilk günlerinde düşükle sonuçlanmayan kanamalar olmaktadır. Bu nedenle, tehlikeli olmayabilir de, ama mutlaka doktorunuza danışın.

Hamileliğin 20. haftasından sonraki kanamalara doğum öncesi kanama denir. Bu, erken gebelik kanamasından daha az yaygındır ve kadınların yüzde 2 sinden daha azında görülür. Doğum öncesi kanaması, plasenta previa , dış gebelik, düşük ya da erken doğum dahil olmak üzere birçok nedeni vardır.

Birçok durumda, kanama hafiftir. Ancak, ciddi bir kanama sizin ve bebeğinizin hayatını tehlikeye sokabilir.

Gebeliğin ilk aylarından sonra kanama başlarsa, derhal doktorunuzu görün. Hastaneye yatırılmanız ve kanamanın nedeninin belirlenmesi için ultrason gibi testlerden geçmeniz gerekebilir. Kanama ağırsa, kan nakli gerekli olabilir. En kötü durumda, doğum suni olarak başlatılır ya da bir sezeryan ameliyatı yapılır.

Kürtaj

Açma ve kürtaj yapma küçük bir operasyondur. Doktor önce rahim ağzını açar sonra rahimin iç duvarlarını kazımak için içeriye kaşık biçiminde bir alet sokar.

Rahim ağzı normalde çok dar ve sıkıdır. Doktor kürtaj sırasında bunu açabilmek için ya gittikçe kalınlaşan çubuklar sokar veya başka aletlerle açar.

Geleneksel kürtajda rahimin iç zarı kaşık biçiminde bir aletle kazınır. Ancak, günümüzde doktorlar endometrial dokuyu çıkarabilmek için vakum aspirasyonu (düşük basınçlı emme) kullanıyorlar.

Kürtaj, çoğunlukla bir sorun teşhis etmek için kullanılır. Çok sık veya şiddetli adet kanamalarınız varsa, doktor rahimden kazınan dokuları mikroskopla inceleyerek sebebin ne olduğuna karar verebilir.

Bazen kürtajın kendisi geçici olarak veya tümüyle sorunu çözebilir. Buna ilaveten kürtaj rahim fibroidleri, endometrial polipler, rahim kanseri ve rahim ağzı kanseri-nin de teşhisi için de yararlıdır.

Kürtaj bazı sorunların teşhisinden çok tedavisinde kullanılır. Rahim ağzından dışarı çıkan endometrial polipler kürtaj sırasından alınabilir ve oldukça sık olarak fibroidleri de kazıyıp çıkarmak mümkün olabilir, aslında bu genellikle büyük bir ameliyatı gerektirir. Kürtaj bazen endometrial hiperplazi denilen bir duruma çare olarak da uygulanır. Bu durum rahim iç duvarının çok fazla kalınlaşmasıdır.

Eğer düşük yapmışsanız veya hatalı bir kürtaj geçirmişseniz, rahim içinde kalan parçaların, enfeksiyona engel olmak için, kazınması veya vakumla çekilmesi gerekir. Eskiden kürtajlar hep aynı sistemle yapılırken gitgide yerini vakum aspirasyonuna bırakmaktadır.

Kürtaj, bir doktor muayenehanesinde lokal anesteziyle yapılabilir. Buna rağmen doktorlar bunu bazen hastanede bayıltarak yapmayı tercih ederler. Böylece alt karın kasları tümüyle gevşer ve daha ayrıntılı bir inceleme mümkün olur.

Eğer hastanede kürtaj olduysanız aynı gün veya ertesi gün evinize gidebilirsiniz. Kürtajı takip eden birkaç gün vajinal kanamanız olur, bazı kramplar ve sırt ağrıları hissedebilirsiniz ama genellikle hemen normal hayatınıza dönebilirsiniz. Ama rahim ağzı ve endometrium tamamen iyileşip normal halini alana kadar, birkaç hafta cinsel ilişkide bulunmamanız ve tampon kullanmamanız gerekir.

Kürtaj basit bir süreç olmasına rağmen, hiçbir ameliyat tümüyle tehlikesiz değildir.

Çok ender de olsa, kanama veya enfeksiyon olabilir, operasyon sırasında rahim veya çevresindeki organlar delinebilir veya anestezi sırasında bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir.

Ultrason

İsviçreli bilim adamları, bebeğin ana rahmindeki gelişmesini görmek için sıkça başvurulan � ultrason cihazı�nın beyni etkilediğini açıkladı...

Ana rahmindeki bebeğin gelişme ve sağlık durumu ile cinsiyetinin teşhis edilmesinde hekimlerin baş yardımcısı olan ultrason cihazının, bebeğin beynini etkilediği ortaya çıktı.

Şimdilik keşfedilen en önemli bulgu, ultrason dalgalarına maruz kalan çocuklarda solaklığın yaygın olduğu. Ancak bu bile, bilim çevrelerinde ultrasonun bilinmeyen başka etkilerinin de olabileceği kuşkusunu yaratmaya yetti.

Solak yapıyor

İngiltere�de yayınlanan The Sunday Telegraph gazetesine göre, İsveçli bilim adamları hamilelik boyunca ultrasonla izlendikten sonra 1970�lerde doğan 7 bin kişi ile aynı yıllarda doğan ve ultrason dalgaları tatbik edilmemiş 170 bin kişiyi karşılaştırdılar. Bilim adamları annesi ultrasona girmiş kişilerde solak sayısının dikkat çekici biçimde yüksek olduğunu saptadılar.

Son aylar zararlı

Özellikle 1975�ten sonra doğan, anne karnında ultrasona maruz kalmış çocuklarda solaklık oranının yüzde 32�lere kadar yükseldiğini belirten uzmanlar, bunun nedeni, tıbbın ultrasonu hamileliğin son aylarında da kullanmaya başlamasına bağladılar.

Ultrasonu reddedin!

Araştırmalarının sonuçlarını Epidemiology adlı bilimsel dergide de yayımlayan bilim adamları, hamileliğin son aylarında hamile kadının ultrasona girmesinin birçok ülkede rutin hale geldiğine belirterek, kadınların ultrasona girmeyi reddetmemesini de istedi.

Sezeryan

Sezeryan, yüzyıllardan beri ölen annenin karnındaki çocuğu kurtarmak için uygulanan bir yöntem olmasına karşın, ancak 19. yüzyılda anestezi ve aseptik cerrahi ortaya çıktıktan sonra zor doğumlarda anne ve bebeğin hayatını kurtarmak için güvenle uygulanabilen bir yöntem olmuştur. Gerçekte sezeryan en son çare olarak başvurulacak bir yöntem olmasına rağmen günümüzde bebeklerin % 20si sezeryanla doğmaktadır.

Birçok eleştiri olsa da sezeryan yapıldığı için bugün hayatta olan birçok kadın ve bebeğin olduğu da bir gerçektir.

Sezeryan karnın ve rahimin kesilerek açıldığı cerrahi bir girişimdir. Daha sonra bebek buradan dışarı çıkarılır.

Sezeryan yapılmasını gerektiren birçok koşul bulunmaktadır. Bazı erken doğan bebeklerin bu yolla daha çok yaşama şansı vardır. Makat ya da diğer anormal pozisyonlarla gelen bebekler daha çok sezeryanla doğurtulmaktadır. Eğer bebek çok büyük veya annenin doğum kanalı çok darsa sezeryan tek güvenilir doğum yoludur. Rahim ve vajinanın bazı şekil bozuklukları doğum kanalını tıkadığı için bu ameliyatı gerektirir. Eğer annede preeklampsi, şeker hastalığı, genital herpes ya da yüksek tansiyon varsa sezeryan yapılabilir. Plasenta previa gibi plasenta anomalileri de sezeryan gerektirir. Anne karnındaki bebekler ikiz ya da daha çok ise doktorunuz sezeryan önerebilir. Rahim kasılmalarının yetersiz olması nedeniyle doğum uzadığında birçok doktor anne ve bebeğin sağlığı için sezeryanın daha iyi olduğuna inanır.

Bazıları, bu ameliyatın çok sık yapıldığına ve doktorların en küçük bir zor doğum olasılığıyla karşılaştıklarında sezeryan yaptıklarına inanırlar. Bu tür uygulamalar yapılmaktadır, ancak çoğu sezeryan için geçerli değildir.

Gelişmiş cenini monitörle izleme teknikleri bize ceninin sağlığı ve doğum sürecine dayanıp dayanamayacağı konusunda önemli bilgiler sağlamaktadır. Ceninin tehlikede olduğunu düşündüren bir durum ortaya çıkarsa birçok doktor hemen sezer-yan yapmaktadır. Aynı zamanda, ameliyat tekniğinde, anestezide ve antibiyotiklerdeki gelişmeler de ameliyatın anne için daha güvenli bir hale gelmesini sağlamıştır.

Giderek daha çok kadın çocuk doğurmayı hayatının daha geç dönemlerine ertelemektedir. Bu kadınlar ve bebekleri gençlere göre daha büyük bir tıbbi komplikasyon tehlikesi altındadır. Bu nedenle, bu grupta sezeryan daha yaygındır.

Prosedür

Eğer size sezeryan yapılması gerekiyorsa uyutmak için bir anestezik ilaç verilecektir. Genel anestezi ile uyutulmanızın gerektiği acil bir ameliyat olmadıkça ağrı hissetmeden uyanık kalmanızı sağlayan epidural ya da spinal anestezi denen bir yöntem uygulanacaktır. Bazı hastaneler acil bir sezeryan olmadıkça eşinizin de ameliyethaneye girmesine izin vermektedir.

Sezeryan ameliyatı bir saatten kısa sürmektedir. Karın iki şekilde açılabilir. Biri karnın alt bölgesinin enlemesine, diğeri uzunlamasına kesilmesiyle yapılır.

Rahime ulaşıldığında da yaygın olarak kullanılan iki kesiden biri yapılabilir. En yaygın olarak kullanılan yöntem rahmin alt kısmının enlemesine kesilmesidir. Bu daha iyidir ve uterus yırtığı oluşma olasılığı azalır. Diğer durumda ise doktorunuz rahmi uzunlamasına bir kesiyle açacaktır. Bu, rahimde daha büyük bir giriş sağlayacaktır ve bebeğin büyük olduğu durumlarda veya çok büyük bir kafası olduğu biliniyorsa yapılacaktır.

Rahim açıldıktan sonra, doktor bebeği dışarı çıkarmak için forseps kullanabilir. Plasenta da çıkarılır ve daha sonra karın kapatılır.

Komplikasyonlar

Sezeryan eskiden olduğundan daha güvenli olsa da ve kadınların çoğu iyileşse de bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Sezeryan büyük bir ameliyattır ve diğerlerinde olduğu gibi yara yerinde enfeksiyon oluşma riskinin yanı sıra mesane ve böbrek enfeksiyonu oluşma tehlikesi de vardır. Kanama nadirdir ancak şiddetli olabilir.

Sezeryan yapılan kadınlarda ölüm oranı vajinal yolla doğum yapanlardan 2 ila 4 kat daha yüksektir. Bununla birlikte, ölen kadınların çoğu daha önceden hastalığı olan kadınlardır.

İyileşme

Sezeryan duygusal sorunlar yaratabilir çünkü yeni bebeğinize bağlanmanızı engelleyebilir. Başlangıçta kendinizi sersemlemiş ve ağrılı hissedeceğinizden bebeğinizle daha az zaman geçirmek isteyebilirsiniz. Ameliyatın yapıldığı gün hareket etmeniz çok zor olacaktır. İştahınız varsa yemek düzeninizi bozmayın. Kendinizi iyi hissettiğinizde bebeğinizi kucağınıza alabilir ve emzirmeye başlayabilirsiniz.

Sezeryandan sonra ortalama 5-6 gün hastanede yatabilirsiniz.

Gelecekteki gebelikler

Sezeryan yapılan kadınlar doğal olarak bir sonraki gebelikleri konusunda endişelenirler. Bir kez sezer-yan yapıldığında daha sonraki doğumlarınızda da sezeryan yapılması gerekir. Bunun nedeni, her l00 doğumun 2 sinde görülen normal doğum sırasında rahmin eski yara yerinden yırtılma riskidir.

Bununla birlikte, günümüzde sezeryan olan kadınların %60ı daha sonra normal yolla doğum yapabilmektedir. Bu durum ilk ameliyatın yapılma nedenine ve bu koşulların halen var olup olmadığına bağlıdır. Örneğin, sezeryan bebeğiniz tehlike içine girdiği için yapılmışsa bir sonraki bebek normal yolla doğuma dayanabilir. Ancak doğum kanalınız çok darsa gelecekteki doğumlarınız da sezeryanla olacaktır.

Normal yolla doğumu deneyip deneyemeyeceğinizi belirleyen diğer faktörler rahime yapılan kesinin cinsi ve ilk sezeryanda yara yerinde enfeksiyon gelişip gelişmediğidir. Rahiminizdeki eski kesi yeri enlemesineyse normal doğum için bir aday olabilirsiniz

Yüksek Kolesterolun Tedavisi

Tedavide LDL-kolesterol düzeyi esas alınır.

Hastada kalp ve damar hastalığı yoksa, LDL-kolesterol düzeyinin 130 mg/dl�nin altına düşürülmesi hedeflenmelidir.

Kişide kalp ve damar hastalığı varsa (kalp krizi, koroner arter daralmasına bağlı göğüs ağrısı, koroner damar ameliyatı hikayesi, balon anjiografi, beyine, böbreğe, bacaklara giden damarlarda kolesterol birikimi gibi), LDL-kolesterol düzeyi, 100 mg/dl�nin altına düşürülmelidir.

İlaç tedavisinden önce denenmesi gereken yöntemler:

Öncelikle beslenme alışkanlığınızı değiştirin.
* Kızartmalardan kaçınınız.
* Kırmızı et yerine beyaz et tüketin. Tavuğun derisini çıkartın ve etin üzerindeki yağları ayırın.
* Kaymak ve yağlı süt yerine yağsız ya da yarı yağlı süt tercih edin.
* Sıvı bitkisel yağlar (zeytinyağı, çiçek yağı, mısır yağı, soya yağı gibi) doymamış yağ oranı yüksek yağlardır. Bunları tercih edin. Katı yağlardan uzak durun.
* Alışveriş yaparken hazır gıdaların etiketlerini okuyarak, yağ miktarlarına göre alın.
* Doymuş yağ oranı yüksek olan yiyecekler yerine nişastalı ve lifli besinler tercih edin.
* Sakatatlardan (karaciğer, böbrek ve beyin gibi) uzak durun.
* Daha az yumurta ve yumurta kullanılarak hazırlanmış yiyecek tüketin.
* Daha fazla meyve ve sebze tüketin.

Sigara bırakılmalıdır.

Eğer tansiyon yüksekliği de varsa buna yönelik beslenme değişiklikleri de yapılmalıdır (tuzun azaltılması gibi).

Şeker hastalığı varsa mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Gerekirse insülin kullanılmalıdır.

Kilonuz fazla ise mutlaka kilo vermelisiniz.

Düzenli egzersiz HDL-kolesterolü yükseltir, LDL-kolesterolü düşürür. Haftada, 3 - 5 kez, 30-45 dakika yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme gibi sporlar yapılmalıdır.|

Kolesterolun Zararlı Etkileri

Kanda yüksek miktarda bulunan kolesterol, yıllar içinde damarların duvarında birikir. Bu birikim sonucu damarlarda daralma, tıkanma ortaya çıkar (ATEROSKLEROZ). Kolesterol hangi damarda birikmişse o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar. Yani kolesterol yüksekliği sağlık durumunda ani değişikliklere neden olmaz (en azından ilk zamanlarda).

Kalbi besleyen damarlarda (koroner arter) kolesterol birikimi, bu damarlarda tıkanma ve daralma sonucu, göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi durumlara neden olabilir.

Beyini besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi sonucu, felçler, konuşma bozuklukları, denge ve bilinç kaybı ortaya çıkabilir.

Böbrek damarlarında kolesterol birikimi, yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir. Ana atardamarda (aort) kolesterol birikimi de tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol parçaları (aterosklerotik plaklar), daha küçük damarları tıkayarak sorunlara yol açabilirler (Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak nekrozu, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak kangrene neden olabilirler).

Kolesterol ve kalp hastalıkları

Kan kolesterol düzeyinin yüksek olması kalp hastalıkları açısından önemli bir risk faktörüdür ancak tek faktör değildir. Ancak düzeltilebilir bir durum olmasından dolayı önemlidir. Kalp hastalıkları ile ilgili başlıca risk faktörleri şunlardır:

Hipertansiyon

Lipid (yağ) metabolizması bozukluğu, Kolesterol yüksekliği

Sigara

Diyabetes mellitus (şeker hastalığı)

Şişmanlık

Fiziksel aktivite azlığı

Yüksek hematokrit

Artmış trombojenik faktörler

İleri yaş

Erkek olmak

Ailede kalp hastası olması

Tip A kişilik (mükemmeliyetçi, saplantılı, hırslı, gergin)

Östrojen eksikliği

Fibrinojen yüksekliği

Ürik asit yüksekliği

Beyin, kalp, böbrek veya damar hastalığı

Atkins diyeti

Hedef: Haftada 2 kilo.
Günlük kalori: 1100 Kcal

Yağlı besinlerin serbest olduğu tek diyet. Amerikalı uzman Atkins tarafından geliştirilen bu diyet yağı ve proteini serbest bırakırken şekerli tüm besin maddeleri yasak. Et, balık, yumurta, mayonez ve tüm şarküteri ürünlerini istediğiniz gibi tüketebilirsiniz. Diyetin doymuş yağ ve kolesterol oranının yüksek olması nedeniyle koroner kalp hastalığı açısından risk taşıdığı iddia ediliyor. Bazı iddialara göre egzersiz yapanlar için kesinlikle uygun olmayan bu diyet vücuttan daha fazla kas dokusu ve su kaybedilmesine neden olur.

Atkins diyetinin B grubu vitaminleri, özellikle B1, B6, folik asit ile magnezyum açısından yetersiz olduğu söyleniyor. Bu vitaminleri takviye etmeyi ihmal etmeyin.

Bu diyetin günlük menüleri:

30 GÜN BOYUNCA
Sabah : Beyaz peynir, jambon, domates, salatalık.
Öğle : 1 porsiyon tavuk ya da balık, zeytinyağlı salata.
İkindi : Beyaz peynir, salatalık, yeşillik.
Akşam : 1 porsiyon kırmızı et, tavuk ya da balık, zeytinyağlı salata.

Aşırı zayıflamanın zararları

BEYİN

Karbonhidrat diyeti beynin fonksiyonlarını düzenleyen özellikle hafıza kapasitesini artıran serotonin maddesini etkiler. Hafıza kaybı ve çeşitli beyin bozuklukları başlar. Zeka kaybı başlar ve beynini hızlı ve doğru karar verme fonksiyonu bozulur.

KALP

Kısa sürede kilo vermek kalp hastalıklarına yol açar. Tansiyon yükselir ve kalp hastalıkları başlar. Süratli kilo kaybı sırasında yağ kaybıyla birlikte kaslarda zayıflar. Diyet kesildiğinde mide ve karın bölgesi süratle yağ toplar. Şok diyetlerden sonra alınan kiloları kaybetmek çok zordur.

ADALELER

Protein eksikliği adale zayıflığına yol açar. Özellikle sabahları kahvaltıyı kesmek adaleleri etkiler.

CİLT

Şok diyet B vitamini öncelikli olmak üzere tüm vitaminlerin ve minerallerin kaybolmasına yol açar. Cilt kurur ve dökülür.

KAN

Kanda demir azalması nedeniyle çeşitli kan hastalıkları başlar. Anemi ve hemoglobin bozuklukları görülür. Çabuk yorulma, kırgınlık, halsizlik görülür.

SAFRA KESESİ

Diyet safra kesesi faaliyetini etkiler. Çalışmayan safra kesesi taş üretmeye başlar.

KEMİK

Süt, yoğurt ve peynirin az tüketilmesinden dolayı ortaya çıkan kalsiyum eksikliği kemik erimesine yol açar Kemiklerin kırılması kolaylaşır, kırıkların iyileşme süresi ise uzar.

ENERJİ

Metabolizma bozuklukları lahana diyeti, greyfurt diyeti gibi sebze meyve diyeti sonucu ortaya çıkar.Sadece meyve ve sebze ile beslenenlerde (et ve balık yemeyenlerde) metabolizma bozuklukları ortaya çıkar, tüketilen her türlü besin kilo yapar

Akapunktur

Klasik Çin tıbbında insan yaşayan evrenin bir parçası olarak kabul edilir ve herşeyin içinde varolan evrensel gücün insanın da içinde bulunduğuna inanılır. �Chi� adı verilen bu enerji insan vücudunda �meridyen� denilen kanallarda dolaşır. Akupunktur yöntemi ile bu kanallarda meydana gelen enerji dolaşım engelini ortadan kaldırarak dengeyi sağlamak ve bu şekilde hastalığı önlemek amaçlanır.

İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir. Vücudumuzda bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır ki, bunlara �akupunktur noktaları� denir. Bu noktalar uyarılarak vücudumuzdaki enerji dolaşımı normale döndürülür ve hastalık hali ortadan kaldırılır. Böylece organizma ilaç tedavisine gerek kalmadan, kendi olanaklarıyla hastalığın ortadan kalkmasını sağlar. Hastalığın belirtilerine değil, nedenine yönelik bir tedavi metodudur.

Hipokrat, canlıların kendi kendilerine iyi olma kudretlerinden ve iç hekimden bahseder. Paracelcus, �Hiçbir hayat sadece dış hekimin çabalarıyla varolamaz; dış hekim, iç hekime yardımcı olabilir.� der.

Akupunktur organizmanın kendi kendini tedavi ettiği bir metottur ve en önemli özelliği yan etkisinin olmamasıdır. Bu tedavi metodunu üç ana başlık altında toplayabiliriz:

Çeşitli hastalıkların tedavisi
Analjezi-anestezi
Alışkanlık tedavisi
Özellikle Uzakdoğu ülkelerinde kullanılan ilaçsız tedavi yöntemi akupunktur, Türkiye�de de hızla yaygınlaşmaktadır. Üniversitelerde ders olarak okutulan akupunktur, alternatif tıp olarak değerlendirilmemelidir; binlerce yıllık geçmişiyle akupunktur tıbbın kendisidir.


AKUPUNKTURUN FELSEFESİ


Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir.

Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı�nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır.

Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin�i, beyaz Yang�ı simgeler. Ancak, Yin�in içinde Yang, Yang�ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang�ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder.


AKUPUNKTURUN TARİHÇESİ


Çin�de iğne ve ısı anlamına gelen �Chen-chin� ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı�da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, �akupunktur� olarak adlandırılmıştır.

Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa�da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600�lü yıllara rastlar.

1972�de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin�e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete �akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon� izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı�da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.

UYARI NOKTALARI VE UYGULAMA


Uyarı noktaları
İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir ve bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır. İnsan vücudunda bin kadar uyarı noktası vardır ve bu noktalardan 650-700 tanesi kullanılır. Her hastalık için ayrı program ve ayrı noktalar bulunmaktadır. Önemli olan doğru bir teşhisle, hangi noktaya nasıl bir uyarı yapılacağıdır (lazer, iğne ya da hangi iğne); bu çok iyi bilinmelidir. Akupunktur tedavisinde sırt, boyun, el, kulak ve vücudun diğer bölümleri kullanılır. Birçok hastalığa ilişkin en çok uyarı noktasının bulunduğu uzuvlar ise eller ve kulaklardır.
İnsan vücudundaki belirli akupunktur noktalarına iğneler sayesinde yapılan uyarılarla organizmanın hemen her yerine ulaşabilecek haberler iletilmektedir. Bu iletişim, akupunktur noktasını oluşturan hücrelerden lokal hücresel uyarıların sinir terminallerine ve son olarak da beyne ulaşır. Beyin de bu uyaranı gerekli organlara ulaştırır ve ilgili organ ve uzuvlardaki enerji dengesi düzelir. Dolayısıyla hastalık da ortadan kalkmış olur.

Lazerle akupunktur
Lazer bir ışıktır. Bildiğimiz, kullandığımız ışığın konsantre edilmiş hali olduğu söylenebilir. Bazı hastalıkların tedavisinde ya da kimi zaman hastanın tercihi doğrultusunda iğne yerine lazer kullanılmakta, iğne batırılarak uyarı yapılacak noktaya lazerle uyarı verilmektedir. Özellikle ameliyatlar ve kazalar sonrası kalan izlere karşı lazerle akupunktur son derece etkili sonuçlar vermektedir. Ayrıca, çocukların tedavisinde iğneye alternatif olmaktadır.

Nasıl iğne?
Eskiden Çinliler sivri taş parçaları kullanmaktaydı. Bangkok�ta ise bu amaçla bambu kamışının kullanıldığı biliniyor. Akupunktur yöntemi ile tedavide önceleri altın kullanılmıştır. Altının elektirik potansiyel farkını alışı ve düzeltişi çok önemlidir. Bu yüzden altınla tedavi uygulanan hasta çok daha kolay ve çabuk iyileşme göstermektedir. Ancak bütün bu olumlu özelliklerine karşın altının oldukça pahalı ve yumuşak bir madde olması dolayısıyla akupunktur sırasında vücuda uygulanması, gereken noktalara batırılması zor olmaktadır. Buna bir çözüm yolu bulmak amacıyla, altını iğne haline getirirken içine bazı metaller konmuştur. Altının pozitif bir etkisi vardır. Gümüş de çok iyi bir akupunktur iğnesi olmasına rağmen, biraz negatifliğe yönelik bir özellik göstermektedir. Günümüzde ise, dünyada altın ya da gümüş iğne kullanılmamaktadır. Elektriği altın kadar iyi ileten standart bir çeliğin üretilmesi ile bütün dünyada bu yeni metal kullanılmaya başlanmıştır.
AKUPUNKTURDA KULAĞIN ÖNEMİ


Kulakta bedenin hemen hemen her uzvuyla ilgili bir akupunktur noktası bulmaktadır. Örneğin, insanın bağırsağı, kalbi, karaciğeri ile ilgili noktalar kulağında mevcuttur. Bu yüzden akupunktur tedavisinde vücutla beraber veya tek başına kulaktaki noktalar kullanılmaktadır. Öte yandan kulağın bu özelliği, hastalığın belirlenmesine, deteksiyona yardımcı olmaktadır.


AKUPUNKTUR VE ZAYIFLAMA


Şişmanlık
Şişmanlık Nedir?
Dünyada şişmanlık
Neden kilo almak/vermek istediğimizde zorlanırız?
Vücut-Kitle indeksi nedir?
Akupunktur ve Zayıflama
Akupunkturla neden daha kolay ve kalıcı zayıflanır?

Şişmanlık (Obezite)
Şişmanlık, vücutta yağ dokusunun normalden fazla olmasıyla karakterize bir hastalıktır.

Şişman bir kişi ayrıntılı tetkiklerden geçirildiğinde, bazen hiçbir anormalliğe rastlanmayabilir. Bazen fiziksel olarak da bir belirti yoktur. Ancak, diğer yandan tip II şeker hastalığı tanısı konmuş hastaların % 60�ı şişmandır. Yine, vücuttaki yağ dokusunun artması ile, hormonal-metabolik hastalıkların ve kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkması ya da ağırlaşması arasında doğrudan bir ilişki olduğu bilinmektedir.

Pekiyi, öyleyse neden gereğinden fazla besin tüketiriz? Şişmanladığımızı göre göre neden buna devam ederiz? Bu soruların yanıtları araştırılmış ve obez kişilerin yemek yeme konusunda daha çabuk uyarıldıkları, damak tatlarının daha gelişmiş olduğu, daha geç doydukları ve yemek yeme işinin günlük yaşamları içinde kafalarını daha fazla meşgul ettiği gözlenmiştir.

Genetik, metabolik, hormonal ve sinirsel birçok karmaşık sistem şişmanlığın oluşmasında rol oynar. Aile yapısı, beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, psikolojik sorunlar bu karmaşık sistemin herhangi bir basamağında etkili olarak şişmanlığa giden yolu açar.

Obezite bir hastalık olduğu için, bir diyet uygulayıverip bırakmakla ortadan kaldırılamaz. Yeni beslenme alışkanlıkları ve yeni bir yaşam şekli gerektirir. Obezitenin de, şeker hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi, yaşam boyu takip edilmesi gerekir.


Şişmanlık sıklığı dünyada gittikçe artmaktadır. Ortalama sıklık % 25 olarak verilmektedir; bu yüzdeye şişman olmayıp ideal kilosunun üzerinde olanlar da katılınca oran % 50�ye ulaşmaktadır.

Obezite sıklığının artmasının nedenleri:
- Sosyo-kültürel faktörler,
- Biyolojik faktörler,
- Davranışsal faktörler,
- Gıda çeşit ve alımının artması ve kolaylaşması,
- Alkol tüketiminin artması,
- Teknolojinin ilerlemesi ile günlük eneji tüketiminin azalması,
- Özellikle çocukluk çağında bilgisayar ve televizyon karşısında geçerilen zamanın artması ile yağlı ve katkılı yiyecek tüketiminin artması.


Yenilen besinler, vücudumuzda metabolik olaylar sonucunda yakılır ve bu yanmadan elde edilen ısı ve eneji, hayatsal fonksiyonların işlemesi için kullanılır. Metabolizma hızını, vücut kendisi ayarlar; Yani vücut az ya da çok enerji harcayabilme yeteneğine sahiptir. Ancak, harcanacak eneji miktarı vücudun alışık olduğu kilosunu korumaya yönelik olarak ayarlanmıştır. Bu nedenle kilo vermek amacıyla az kalori alındığında, metabolizma hızı düşer ve bünye kilo kaybetmemek için kendini korumaya çalışır. Vücudumuz, kendi alışık olduğu kilosunu koruma çabasındadır.
Diyet yapan birçok kişi çok az yedikleri halde, çok yavaş zayıfladıklarından yakınırlar ve çoğu zaman da sabredemeyerek diyete son verirler. Bundan sonra da eskisi gibi yemeye başlayınca, verilen kilolar çok daha hızlı bir şekilde geri alınır ve eski kiloya ulaşılınca kilo artışı durur.

Bunun benzeri bir durum kilo almak isteyenlerde de görülür; günlük gıda miktarlarının iki veya üç katını yeseler bile çok az kilo alabilirler.
Vücudun kilo vermeye gösterdiği bu direnç, insanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde yaşadığı doğal afetler, savaşlar, hastalıklar nedeniyle aç kalmaktan ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, 20. yüzyılın sonunda bile dünyada açlık çeken bölgeler vardır.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
Kilo vermek için çok aceleci olmamak gerekir. Haftada 15 kg. verdiren mucize diyetler son derece sakıncalıdır ve bu derece hassas çalışan bir metabolizmayı bozmaktan başka işe yaramaz. Günlük 1000 kalori altındaki diyetler kalp kasında hasarlara neden olacak ölümlere yol açabilir. Haftada 0.5-1 kg. vermeyi sağlayan diyetler güvenli olduğu kadar, kalıcı sonuçlar da sağlar. Daha hızlı kilo vermek isteyenler, bunu biraz egzersiz yaparak gerçekleştirebilirler.


Pratikte şişmanlığın ölçümü için kullanılan çok basit iki yöntem vardır:

1. BMI (Beden Kitle İndeksi) = Vücut ağırlığı (kg.) / boy² (m²)

<19 data-blogger-escaped-br="br">zayıf

19-25
normal

25-30
fazla kilolu

30-40
şişman (obez)

>40
çok şişman (morbid obez)

2. Bel çevresi ölçümü: Erkeklerde 102 cm., kadınlarda 88 cm. üzeri riskli görülmektedir.

Beden kitle indeksi ve bel çevresi ölçümü arttıkça, ortaya çıkacak tıbbi sorunların en önemlileri şunlardır:
- Kalp-damar hastalıkları
- Tip II şeker hastalığı
- Hipertansiyon
- Safra taşları oluşumu
- Karaciğer yağlanması
- Uyku ve solunum problemleri
- Eklemlerde dejeneratif değişiklikler; özellikle bel, diz, kalça gibi vücut yükünü taşıyan eklemlerde kireçlenme.


Akupunktur ve Zayıflama
Bilindiği gibi akupunktur alışkanlık tedavilerinde kullanılır. Kilo verme de beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzının değiştirilmesi ile mümkün olduğuna göre, bu yeni alışkanlıkların edinilmesi sırasında, akupunktur hastaya çok büyük kolaylıklar sağlar.

İştahı düzenler ve yemeklere saldırma güdüsünü ortadan kaldırır.
Mide asiditesi kontrol altına alınarak, mide kazınması, yanması gibi sorunlar engellenir.
Düşük kalorili beslenmeden dolayı yaşanabilecek halsizlik önlenir.
Metabolizma hızını düzenler. Akupunkturla tedavi gören hasta, kendi kendine yaptığı diyetlerden daha kolay kilo vermeyi başarır.
Akupunktur tedavisi sırasında, vücutta serotonin ve endorfin seviyeleri artmaktadır. Bu hormonlar diyet yapan kişiye huzur verir, sedasyon sağlar. Böylece diyet yapan kişi, eski yemek yeme zevkinin kısıtlanmasından dolayı huzursuzluk ve tedirginlik yaşamaz.
30-40 kg. fazlası olan hastaların tabii ki uzun bir zaman diyet yapmaları gerekir. Ancak, çoğu insanda böyle bir sabır olmadığı için, her pazartesi başlanan diyetler, her cumartesi sona erer. Böylece sık sık yapılan diyet denemeleri sonucu her geçen günkilo vermek daha da zorlaşır. İşte, bu gibi hastalarda akupunktur inanılmaz başarılar sağlar ve hasta 1 yıla kadar uzanan bir zaman diliminde onlarca kilo verebilir. Hastanın uzun süre diyete dayanabilmesinin nedeni, akupunkturun yarattığı sedatif ve trankilizan etkiden dolayıdır. Ayrıca hasta kilolarının eridiğini gördükçe daha çok motive olup, bu işe dört elle sarılmaktadır.


AKUPUNKTUR VE SİGARA BIRAKMA


Akupunkturla Sigara Bırakma Tedavisi
Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir?
Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir?
Akupunktur ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir?
Sigarayı Neden Bırakalım?
Sigara neden zararlı?
Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur?
Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir?
Sigarayı bırakma yolları nelerdir?
Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadığı tipik kaygı ve sorunlar nelerdir?


Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir?
Yapmanız gereken tek şey sigarayı bırakmaya karar vermektir. Bu, insanın yaşamında alabileceği en önemli kararlardan biridir. Bu kararı verdikten sonra, akupunktur, size sigarayı bırakmanızda büyük kolaylık sağlayacaktır.

İnsanlarda serotonin ve endorfin adı verilen iki madde vardır. Bunlar beyinde bulunur ve rahatlık, hoşluk, keyif ve huzur gibi duygular ile ilgilidirler. Normalde insanlarda kahkaha atınca, mutlu bir haber alınca ya da çikolata veya güzel bir tatlı yiyince, bir yeriniz acıyınca serotonin ve endorfin düzeyi yükselir. Ancak sigara içenlerde serotonin - endorfin salgılama işini sigara üstlendiğinden vücut otonomisini kaybetmiştir. Hani keyiflenince de, dertlenince de sigara içilir ya, işte, açıklaması budur.

Sigarayı bırakanlarda ilk hafta beyin serotonin salgılama işini gerçekleştiremediğinden vücut oldukça zor anlar yaşar. Beyin ancak 72 saat sonra eski görevini yapmaya başlar.
Bu 72 saatlik süre içinde, hastanın yoksunluk belirtileri önlenirse, sigarayı bırakması çok kolaylaşır. Akupunktur ile tedavi, kişinin sigara içmemekten dolayı oluşabilecek şikayetleri ortadan kaldırır. Böylece sigara içmemeye karar vermiş olan kişi, bunu hiç zorlanmadan başarır; çünkü, akupunktur tedavisi beyni yeniden sigaraya gerek duymadan serotonin ve endorfin salgılaması için uyarır ve bundan sonra da beyin eski otonomisini kazanır.


Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir?
Üç gün üst üste 20 dk.lık 3 seans tedavi uygulanır. Toplam 1 saat süren bir tedavidir. Böylece 72 saatlik en zor geçen dönemde vücut kontrol altındadır. Daha sonra hastanın bağımlılık derecesiyle bağlantılı olarak ek seanslar yapılabilir, ama genellikle buna gerek kalmaz. Tedavi süresince tek bir sigara bile içilmemesi ve nikotin preparatları kullanılmaması gerekir. Aksi halde, başladığımız noktaya geri döneriz.


Akupunktur tedavisi ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir?
%90 - 95 gibi yüksek bir başarı oranı vardır.


Sigara neden zararlı?
Tütün kullanımı yaklaşık 200 yıl öncesine kadar gidiyor. İlk zamanlarda tütünün sağlığa iyi geldiği düşünülüyordu. Sigaranın zararları 1950�li yıllara kadar çok fazla bilinmiyordu. Ancak, daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, sigaranın insan sağlığına gerçekten zararlı olduğunu ortaya çıkardı. Sigara dumanında sağlık açısından zararlı yüzlerce (bu sayı abartılmamıştır) madde bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bunların en çok bilinenlerinden birkaç tanesi ; amonyak, terebentin, kadmiyum, insektisitler, naftalin, aseton, arsenik, formal, hidrojen siyanür, radon, polenyum, deterjanlar...
Bunların bir çoğu kanserojendir. Ayrıca tütün ve sigaranın sarıldığı kağıdın yanmasından dolayı açığa çıkan maddeler ve katran da yine konserojen maddeler arasındadır.
Kalıp - Damar sağlığı açısından özellikle tehlikeli olan maddeler ise nikotin ve karbonmonoksittir. Nikotin kalp artışlarını hızlandırır, tansiyonu yükseltir, kan pıhtılaşmasını arttırır. Yani kalbin yükünü ve oksijen ihtiyacını arttırır. Bütün yanma olaylarında açığa çıkan zehirli bir gaz olan karbonmonoksit ise, kandaki oksijen ile birleşerek kanda bulunan oksijen miktarını düşürür. Sonuç olarak nikotin nedeniyle oksijene gereksinimi artmış olan kalp, kanda yeterli oksijeni bulamaz ve işi çok daha zorlaşır.

Sigara kullanımı ile doğrudan ilişkisi olduğu kanıtlanmış hastalıkları şöyle sıralıyalım: Ağız kanserleri, sindirim sistemi kanserleri, solunum sistemi kanserleri, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, ülser, mesane kanseri.

Dünya Sağlık Örgütü�ne göre dünyada 1 milyar 100 milyon insan sigara içiyor. Erkekleri %47si, kadınların %12�si sigara tiryakisi. Ayrıca, son yıllarda sigara içen kadınların sayısında nispeten daha fazla bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Bu da dünyaya yeni gelecek nesillerin sağlığını direkt olarak etkileyecektir. Son rakamlara göre, dünyada yılda 3 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmektedir.
Şimdi hemen yeri gelmişken önemli bir konuya değinmek gerekiyor. Örneğin; akciğer kanserinin sigaraya bağlı olarak meydana geldiği heryerde söyleniyor. Fakat siz daha geçen ay akciğer kanserinden ölen bir tanıdığınızın hiç sigara içmediğini biliyorsunuz ve uzmanların biraz fazla abarttığını düşünüyorsunuz. Bunun açıklaması şöyle: Akciğer kanserinin 4 türü vardır; hatta bunların da alt grupları vardır. Bunların içinde sigara kullanımı ile doğrudan ilgili olanlar (%60) zaten en sık görülen kanser türleridir. Sigara ile ilgisi olmayan ise, çok daha az oranda görülen bir kanser türüdür.

İngiltere�de yapılan bir araştırmaya göre günde 20 sigara�dan fazla içenlerin %40�ı, daha emeklilik yaşına gelmeden ölmektedir. Oysa sigara içmeyenlerde bu oran %15�dir.

Bir de pasif içici kavramı var. Sigarayı içen kişi, eğer filtreli sigara içiyorsa, bu filtre bir miktar zararlı maddenin geçişini engelleyebilir. Halbuki sigaranın ucundan havaya karışan duman hiçbir süzgeçten geçmediği için daha tehlikelidir. Yani uzun süre bu dumana maruz kalan ve pasif içici denilen kişiler de tehlike altındadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, sigarayı içen kişi de havaya yayılan bu dumanı yine solumaktadır. Sigara içilen evlerdeki küçük çocuklarımız bronşit ve zatürre gibi solunum yolu hastalıklarına daha sık yakalanırlar. Pasif içici olduklarından akciğer kanseri açısından risk grubundadırlar ve ileride sigara içmeye daha çok eğimli olurlar.
Özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyuna yansıyan bu sonuçlar ve alınan tedbirler sonucunda sigara kullanımı %50 ye varan oranlarda azaltılmıştır. ABD, İngiltere, Kanada bu konuda başarılı ülkeler arasındadır.

Öte yandan, aynı zamanda sigara üreticisi olan bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde edindikleri pazarlarını büyütme çabası içindedirler.


Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur?
20 dk sonra tansiyon ve nabız normale döner.
8 saat sonra vücut kendini yenilemeye başlar. Kan oksijeni normal düzeye çıkar.
24 saat sonra kalp krizi riski azalmaya başlar. 1 yıl sonra yarıya düşer.
48 saat sonra duyu organları iyi çalışmaya başlar. Tat ve koku duyusu düzelir. Cilt kendini yeniler.
72 saat sonra Akciğer kapasitesi artar, solunum rahatlar.
2 hafta sonra efor kapasitesi artar (Yürüme, merdiven çıkma�).
1-9 ay içinde akciğer hücreleri yenilenir. Akciğer hastalıkları (zatürre gibi) riski azaltır. Öksürük, nefes darlığı düzelir.
5 yıl sonra ağız, boğaz, yemek borusu kanserleri riski %50 azalır.
Pankreas, mesane, rahim kanseri riski azalır.
Sindirim sistemi ülseri riski azalır.
Sigara gebelikten önce ya da gebeliğin ilk 3 ayında bırakılırsa erken doğum riski ve düşük doğum kilolu bebek doğurma riski, içmeyenlerdeki düzeye iner.
Koroner kalp hastalığı riski sigaranın bırakılmasından 15 yıl sonra sigara içmeyenlerin düzeyine iner.
Aynı evde yaşayan küçük cocuklar ve bebeklerin, solunum yolu hastalıklarına yakalanma riski azalır.


Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir?
Sigaraya bağlı bir hastalığın ortaya çıkması.
Fiyatın pahalı gelmesi.
Sigaranın zararları hakkındaki yayınlar.
Çevresi tarafından bırakmaya yönelik teşvik, kınama.
Kapalı yerlerde sigara içiminin yasaklanması.

Gelişmiş ülkelerde sigaranın zararları hakkındaki yazılar, sigaranın fiyatı, kınama ve yasaklamalar etkili olmaktadır; ancak, bizim insanımızı bir hastalığın ortaya çıkması daha çok etkilemektedir. Örneğin, kalp krizi geçirmiş veya by-pass ameliyatı olmuş hastaların sigarayı bırakma oranları yüksektir ve başarılıdır.


Sigarayı bırakma yolları nelerdir?
Akupunktur,
Grup Terapisi,
Hipnoz,
Kişisel çaba ile bırakma,
Farmokolojik tedavi.


Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadıkları tipik kaygı ve sorunlar nelerdir?
Sigarayı azaltmak mı, tamamen bırakmak mı? Yoksunluk belirtilerinin daha uzun sürmesine neden olur. Çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanır. Sigara miktarı yine arttırılır.
Ara ara sigara içmek: Vücuda tekrar nikotin etkisini hatırlatır. Zamanla düzenli olarak içmeye dönüşür. Halbuki sigara içilmemesine alışmak daha kolaydır.
Çevre baskısı: Sigarayı bırakanların çoğu çevresi tarafından adeta tekrar içmeye zorlanır. Bu, sigara içenlerin bir kişiyi daha kaybetmelerinden kaynaklanan ilginç bir psikolojik durumdur. Ancak kısa bir zaman içinde arkadaşlarınız da sigara içmediğinizi kabullenip sizi rahat bırakacaklardır.
Katran ve nikotin düzeyi düşük (light) sigara içmek: Bu durumda genellikle günlük sigara adedi arttırılarak eski nikotin düzeyi tutturulmaya çalışılır. Zaten �tehlikesiz sigara� yoktur.
Sorumluluğu başkasına yıkmak: Çoğu kişi sevdiği birisi onu desteklemezse sigarayy bırakmaktan kaçar. Hatta deneyip de başarısız olursa başkasını suçlar. Oysa sigarayı bırakmak öncelikle kişisel bir sorundur, mutlaka kendinize güvenmeyi başarmalısınız.
Şişmanlama korkusu: Gerçekte sigarayı bırakanların sadece 1/3�ü kilo alır ve bu fark gerçekte 3-4 kg. kadardır. Bundan daha fazla alınan kilolar kendine güvensizlikten kaynaklanan, sigarayı elde ve ağızda tutmak alışkanlığının yerini alan, abur cubur atıştırma alışkanlığıdır. Oysa, gerçekte sigarayı bırakmaktan dolayı ilk günlerde açılan iştah, kısa bir süre sonra normale döner.
Yoksunluk belirtileri: Şiddetli nikotin arayışı, gerginlik, kızgınlık, huzursuzluk, sinirlilik, uyku kalitesinin bozulması, iştah artışı ve benzeri belirtiler olabilir. Bu belirtiler geçicidir ve vücudun kendini onardığını gösterir. Örneğin, öksürük ve balgam artışı, solunum yollarındaki titrek tüylerin zehirli maddeleri atmak için görevlerini yerine getirmeye başlamasından kaynaklanır. Yoksunluk belirtileri sigara bırakanların 2/3�ünde görülür. Belirtiler, ilk 72 saat içinde şiddetlidir. 7-10 gün içinde azalarak ortadan kalkar.

Ömrü Uzatan Yiyecekler

Uzmanlara göre brokoli, portakal, yulaf, domates, somon balığı, bezelye, ceviz, çay üzümü, yoğurt, bal kabağı, soya fasulyesi, hindi, ıspanak ve çayı haftada en az 4 kez tüketmek estetik gençleşmeyle eş değerde, ayrıca sağlıklı ve uzun bir ömür sağlıyor.


"Süper Yiyecekler" olarak adlandırılan 14 temel besin ürünü Californialı bir doktor tarafından daha önce hastalarına önerilmişti. Avustralyalı doktor ve alternatif tıp uzmanlarının da önerdikleri bu 14 yiyecekten brokolinin göğüs ve prostat kanserlerine, portakalın da C vitamini deposu olmasıyla tüm kanserlere karşı koruyucu özelliği bulunuyor. Yulaf ise kan basıncını dengeleme ve kilo almayı durdurma özelliği ile öneriliyor. Böğürtlen olarak da bilinen çay üzümü, soya fasulyesi, ıspanak, yeşil veya siyah çay, hindi eti, ceviz ve yoğurt ise yoğun vitamin içerdikleri için özellikle yaşlı kişilerin sağlıklı ve dinç olmalarını sağlıyor.


Avustralyalı Plastik Cerrah Dr. Steve Pratt, yaklaşık 20 yıldır, yaptığı güzellik operasyonlarından sonra bu yiyeceklerin yer aldığı bir diyeti hastalarına verdiğini belirterek, hepsinin periyodik olarak yenmesiyle birçok sağlık sorununun kolaylıkla çözüme kavuşacağını ve derinin gençleşeceğini öne sürdü. Pratt, bu 14 ayrı yiyecekten her birinin haftada en az 4 kez yenilmesi gerektiğini söyledi.


Eternal Health adlı kitabın yazarı Dr. Michael Elstein ise "Hindi etinin neden yaşlılığı önlediğini çözemedim. Fakat beyaz et vejeteryan olmayanlar için oldukça sağlıklı" dedi. Bu yiyeceklerin anti-oksidan içerdiği için vücut sisteminin hastalıklarla savaşında yardımcı olduğunu ifade eden Elstein, "Yaşlandıkça göğüs ve prostat kanseri riski artar. Önlemenin tek yolu da yüksek oranda anti-oksidan içeren ve zengin vitamine sahip olan bu yiyecekleri tüketmektir" dedi.


Ispanak ve ceviz kolesterolü düşürmek için önerilirken, yeşil çayın yağları yakmak ve yetişkinlerde obeziteyi önlemek için ideal olduğu savunuldu. Omega 3 yağı içeren somon balığının ise kalp krizini önleme ve beyin hücrelerinin çalıştırılması ile depresyona karşı birebir olduğu öne sürüldü. Özellikle yaşlıların ıspanak yemekten vazgeçmemeleri gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, ıspanağın gözün görme yeteneğini geliştirdiğini ve karaciğere yardımcı olduğunu kaydetti.


Estetik ameliyatların insanları genç gösterdiğini fakat genç hissettiremediğini savunan uzman doktorlar, "Vücut sağlıksızsa, genç görünmenin bir önemi ve faydası yok" diye konuştu.

Sağlıklı Beslenme nedir

Her konu hepimizi ilgilendirmez ama yemek kesinlikle herkesi ilgilendiren bir konudur. Hayatın başlıca zevklerinden biridir ve aynı zamanda hayat veren bir temeldir. Vücudumuzdaki gıdalar sürekli yenilenmese, ölürdük. Yiyecek o kadar önemlidir ki, çok eski zamanlardan beri her toplumda ritüellerin temelini oluşturmuştur.

Birbirimizi değerlendirdiğimiz temellerin çoğu görünüşümüze dayanır ve bu dolaylı da olsa yiyecekle bağlantılıdır. Bir toplumun başarısı geleneksel olarak yiyeceklerinin bolluğu ve kalitesiyle (ya da kalite eksikliğiyle) ölçülmüştür.

Amerikan toplumu geliştikçe, zengin ve çeşitli yiyeceklere sahip olmak gibi ulusal bir amaç edindi. Dünyadaki herkesi besleyebilmeyi ulusal bir gurur haline getirdi.

Daha 50 yıl önce, beslenme araştırmasının odak noktası, temel gıdaların eksikliğinden kaynaklanan kötü beslenme ve hastalıklarla mücadele etmekti. Bugün, herşey tersine döndü ve aşırı tüketim Amerika nın temel beslenme sorunu olarak gıda eksikliğinin yerini aldı.

Buna yanıt olarak, Başkan Ronald Reagan döneminde Genel Sağlık Servisi Başhekimi Dr. C. Everett Koop, ülke sağlığı üzerine bir rapor hazırladı. Rapor, AiDS in yayılmasını sınırlama ve sigarayı bertaraf etmekle birlikte, Amerikalı lann sağlık gündeminde beslenmeyi üst sıralara yerleştirmektedir.

Rapor yıllarca süren araştırmalara dayanan sağlam kanıtlar sunmaktadır. Aşırı bir şekilde sigara ya da içki içmeyen üç kişiden ikisi için, uzun dönemli sağlık durumumuzu en fazla etkileyen seçimlerin diyetle ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Rapor, Amerikalıların daha iyi bir sağlık için diyetlerini nasıl değiştirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır.

Bu tavsiyeler, vücudumuzun gıdaları nasıl kullandığına ilişkin temel bilgilerle birlikte bu bölümde ele alınmaktadır, izleyen sayfalarda aynca ağırlık kontrolü ve hastalık durumunda nasıl yemek gerektiği tartışması da yer almaktadır.

Bu sayfalarda ele alınanların dışında, bir beslenme sorunuyla ilişkili özel tavsiyelere ihtiyacınız varsa, bir besle/ime uzmanıyla görüşün. Bu unvanı almak için, kişinin güvenilir bir yüksek okul ya da üniversitedeki 4 yıllık bir gıda bilimi ve beslenme programından lisans diploması alması gerekir.

Beslenme durumunuzu incelemek ya da düzeltmek için başka insanlar da yardımcı olabilir. Bazı doktorlar beslenmeye özel bir önem vermektedirler. Ev ekonomicileri genellikle yemek planlaması, gıda koruma ve yemek hazırlama konusunda iyi bir bilgi kaynağı oluştururlar, afina belirli bir kişinin beslenme ihtiyaçları konuşunda tavsiyede bulunma açısından bir diyetisyenden daha az ehliyetlidirler.

Beslenme uzmanı terimi özel olarak tanımlanmamıştır ve ne yazık ki bazen gerçek bir beslenme eğitimi olmayan ve diyet ekleri ya da zayıflama programlan satmaya çalışan insanlar tarafından kullanılmaktadır. Bazıları pek az anlam ifade eden bir diploma ya da sertifika bile gösterebilmektedir.

Yiyeceklerin Sindirim Süreleri

Yediklerimizi ne kadar süre içinde sindirebildiğimizi bilirsek, spor, uyku gibi herhangi bir faaliyete başlamadan önceki öğünlerimizi daha bilinçli düzenleyebiliriz.

Örneğin uzun bir işe, yürüyüşe veya spor gibi yüksek performans gerektiren bir işe başlamadan bir saat öncesinde bir şeyler yememiz gerekiyorsa, sindirimi bir saat içerisinde tamamlanabilecek besinleri tercih etmeliyiz. Genel bir fikir vermesi açısından besinlerin sindirim süreleri şu şekilde özetlenebilir:

1 saatte sindirilebilenler: Su, çay, kahve, enerji yiyecekleri, sporcular için özel hazırlanmış karbonhidrat konsantreleri.

2 saatte sindirilebilenler: Süt, kakao, yoğurt, et püresi, beyaz ekmek, muz, müsli/corn flakes tarzı kahvaltılık tahıllar, hafif sebze, prinç/pilav, alabalık protein konsantreleri.

3 saatte sindirilebilenler: Siyah ve karışık ekmekler, kek, patates, yumurta, büyükbaş hayvan ve koyun eti, tavuk, sebze, elma.

4 saatte sindirilebilenler: Sosis, salam, hindi, dana kızartması, biftek, fındık-fıstık.

5 saatte sindirilebilenler: Kabuklu yemişler, kızartmalar, patates kızartması.

6 saatte sindirilebilenler: Pastırma, mantar, ton balığı.

7 saatte sindirilebilenler: Kaz eti, sardalya, tuzlama balık.

Light salata tarifleri

ALL GREEN SALAT

(1kişilik)
Masculin
Akdeniz Yeşillikleri
Roka
30 gr taze fesleğen yaprakları
Zeytinyağı (1 tatlı kaşığı)
Citrus sos (limon, turunç, portakal suyu)

Zeytinyağının aromayı alması için, bir gün öncesinden taze fesleğen yaprakları zeytinyağının şişesine eklenir. Tüm yeşillikler iyice yıkandıktan sonra karıştırma kabına alınır. Tüm salata malzemelerinin yaprakları kesilmeden konulur Hazırlanan citrus sos salata yapraklarının olduğu kaba eklenip karıştırılır. Salata servis tabağına alındıktan sonra fesleğen aromalı zeytinyağı eklenerek servis yapılır.

HİNDİLİ SALATA
(1 Kişilik)

yarım göbek marul
1 adet yeşil dolmalık biber
1 küçük kuru soğan
60 gr hindi kuşbaşı
yarım limon
1 çorba kaşığı elma sirkesi

Marul doğranır, biber ve soğan halka doğranıp közlenir. Hindi yağsız tavada pişirilir.
Tüm malzeme karıştırılır.

YAZ SALATASI
(2 Kişilik)

1 adet küçük göbek marul
1 çorba kaşığı zeytinyağı
1 adet limon
2 çorba kaşığı sirke
1 çorba kaşığı yoğurt
1 adet kırmızı biber
1 adet domates
2 çorba kaşığı ufalanmış diyet beyaz peynir

Göbek marulu yıkayıp elinizle iri parçalara bölün. Üzerine domatesi ve kırmızı biberi doğrayın. Zeytinyağı, sirke, limon ve yoğurdu bir arada çırpıp üzerine gezdirin. Dilerseniz, Eti Form kepekli bisküvi veya Eti Form Çubuk ile servis yapın.

MAKARNA SALATASI

(2 kişilik)

100 gr kepekli makarna
90 gr salatalık
100 gr domates
10 gr maydanoz
180 gr marul
5 gr kapari turşusu
15 ml limon suyu

Makarnayı hafif dişe gelir şekilde haşlayın (aldante).
Marulu elinizle iri koparın, salata kabına koyun.
Maydanoz yapraklarını üzerine atın.
Salatalığı ince doğrayın.
Domatesi arzu ettiğiniz boyda doğrayın.
Kapari turşularını ve makarnayı ekleyin.
Limon suyu gezdirip servis edin.

MISIRLI ENGİNAR SALATASI

(iki kişilik)

3 adet temizlenmiş enginar
200 gr mısır
½ demet taze soğan
½ demet maydanoz
2 diş dövülmüş sarımsak
1 çay bardağı zeytinyağı
2 limonun suyu
Tuz

Temizlenip yıkanmış enginarları ince uzun halde dilimleyin. Derince bir kasede 2 limonun suyunu, zeytinyağını, tuz ve sarımsakları karıştırıp enginarları da ekleyin. Kabın ağzını kapatıp enginarları birkaç saat bu sosta bekletin. Ancak sosun enginarların üstünü tamamen örtmesi gerekiyor, aksi halde enginarlar kararabilir. Bunu önlemek için arada bir kaptakileri karıştırmak yeterli.
Enginarlar zeytinyağlı ve sarımsaklı sosta marine olurken, mısırı kaynar suda haşlayıp salata kasesine alın. Taze soğanları ve maydanozları çok ince kıyıp mısırlara ilave edin. Enginarlar sosun içinde bekleyip yumuşayınca onları da salataya katın ve zeytinyağlı-limonlu sostan üzerine bir kaşık gezdirin. Salatanız servise hazırdır.

Kalori Yakmanın Kolay Yolları

Özel diyet gıdaları almadan ya da spor salonuna gitmeden kilo verebilir misiniz? Evet!

Hayatınızda önemli değişiklikler yaparak, paradan tasarruf ederken emniyetli ve kalıcı bir biçimde kilo vereceksiniz.
1. Eliniz abur cubura değil, suya uzansın. İştahınızı yatıştırmanın eldeki en ucuz, en emniyetli yolu bu...
2. Dolapları boş tutun. Hem paradan hem de sizi caydıracak şeylerden tasarruf edersiniz. Etrafınızdaki yiyecek çeşitlerini azaltmanız sizi gereksiz yere atıştırmaktan alıkoyacak.
3. İlham verici bir şeyler yapın. Kilo verdiğinizde giymekten büyük keyif alacağınız bir elbiseyi buzdolanızın kapağına yapıştırarak kendinizi teşvik edebilirsiniz. Göbeğinize �piercing� yaptırmak da zayıflama azminizi artıracak bir fikir olabilir.
4. Baharatları dilediğiniz gibi kullanın. Araştırmalara göre, zencefil, kırmızıbiber, pul biber gibi baharatlar ve bunlarla yapılan soslar vücudunuzun yağ yakma kabiliyetini %25 oranında artırabilir.
5. Kilo vermek için uyuyun. Uykunuzu yeteri kadar almanız, daha fazla enerji elde etmek için yemek yemenizi engeller. Yapılan son bir araştırmaya göre, yeterince uyuyan bir kadının metabolizması %40 oranında artıyor.
6. Gece mutfak seferlerine bir son verin. Araştırmacılar karanlık odaların ve gecenin karanlığının bizi daha fazla yemeye sevk ettiğini belirtiyorlar. Yataya bir saat erken girmeyi deneyin. Evinizde daha neşeli, parlak ışıklara yer verin, hem daha mutlu olacak hem de daha az atıştıracaksınız.
7. Kahvaltıyı kesinlikle sektirmeyin. Gün için gereken enerji yakıtınızı almanızı ve öğle yemeğinde kendinizi daha az aç hissetmenizi sağlar.
8. Doğru bir biçimde atıştırın. Sert bir şeker 20 kalori civarındadır, tüketme süresi 20 dakikaya kadar çıkabilir. 400 kalori içeren bir dondurma külahı ise on dakikaya kalmadan midenizde olur.
9. İçinizden çılgınca yemek yemek geliyorsa, size kendinizi iyi hissettiren müzikler dinleyin. Araştırmacılar müziğin beyindeki, en sevilen yiyeceği yemenin etkilediği merkezi harekete geçirdiğini belirtiyorlar.
10. Yeşil çay için. İsviçre Üniversitesi�nde yürütülen bir araştırmanın sonuçlarına göre, yeşil çay içmek vücudun yaktığı kalori miktarını artırıyor. Günde üç fincan içmeye çalışın.
11. Yediğiniz şeye yoğunlaşın. TV izlerken, bir şeyler okurken, ders çalışırken ya da e-mail�lerinizi yanıtlarken yiyecekleri gözden uzak tutun.
12. Dışarı çıkın. Günde en az yirmi dakikayı dışarıda oturarak ya da yürüyerek geçirin. Güneş ışığı içinizdeki yeme istediğini kontrol etmenize yardımcı olur.

Kilo vermede ana kurallar

Enerji besinler vasıtası ile alınır ve bedensel faaliyetler ile de harcanır. Eğer aldığımız enerji miktarı harcadığımızdan fazla ise artık enerji vücutta yağ olarak depolanacaktır. Bu depolama işlemini durdurmanın yolu; ya alınan enerji miktarını harcanan miktara düşürmek (kalori kısıtlaması) ya da harcanan enerji miktarını alınan miktara yükseltmek (egzersiz) olacaktır.
Eğer alınan miktarı ihtiyaç duyulanın da altına düşürürsek vücutta depolanan yağları tekrar enerjiye çevirebiliriz. Burada asıl önemli olan;
Ne kadar azaltacağız?
Gerek bedensel gerekse ruhsal sağlığımızı bozmadan amacımıza nasıl ulaşacağız?

Bu soruların cevabı "yapacağınız diyetin size özel olması" olacaktır. Bunun için de yaş, cinsiyet, boy, kilo ve hareketlilik durumunuza uygun günlük kalori gereksiniminiz belirlenmelidir. Belirlenen kalori miktarı ile protein, karbonhidrat ve yağ dengesi de göz önünde bulundurularak diyet programı hazırlanması doğru olacaktır.

Kilo vermenin en etkili ve doğru yolu vücut yağ depolarının azaltılmasıdır. Bunun yolu da kişiye özel kalori kısıtlaması ve egzersiz programıdır.
Yarı aç kalarak, haftada 4-5 kilo verdiren genel diyetleri uygulayarak verilebilecek olan kilolar, vücut yağ depolarında herhangi bir azalma yapmayacaktır. Böyle bir uygulamada kaybedilen ağırlığın büyük bir kısmı kas kitlesi ve vücut suyu olacaktır. Bu sebeple böyle bir diyeti uygulamayı bıraktığınızda (ki bırakmak zorunda kalırsınız) verdiğiniz kiloların daha fazlasını aynı hızla alırsınız.

Diyet döneminde aşağıdakilerden uzak durmalısınız !

Kızartmalar
Kuruyemişler
Patates cipsi
Çikolata- şekerlemeler
Hazır meyve suları - meşrubatlar
Kremalar
Dondurma
Yağlı kekler
Hazır soslar
Çay kahve gibi içecekler şekersiz ve kremasız tüketilmelidir. Günde iki bardaktan daha fazla soda-limon içilmemelidir.

Penis Küçüklüğü

Penis Küçüklüğü

Aileler için çocuklarının cinsiyeti kadar, cinsiyetlerine uygun fonksiyonlara sahip olması da önemlidir. Hem cinsel fonksiyon hem de üreme için cinsel organların yeterli olması yanında cinsiyet hormonlarının da normal olması gereklidir. Bu hormonlar gebeliğin ilk haftalarından başlayarak cinsel farklılaşmayı ve cinsel organların yeterli olmasını sağlarlar. Erkek çocukların cinsel organlarına daha çok dikkat gösterilir, çünkü hep göz önündedirler. Penis büyüklüğü çoğu zaman ?muzır? bir merak konusu olsa da ?küçük penis? her zaman ailelerde endişe uyandırır. Penis küçüklüğü hem ileride yol açabileceği sorunlar hem de bazı önemli tıbbi sorunların göstergesi olabileceği için dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu yazıda soru ve cevaplarla penis küçüklüğü üzerinde durulacaktır

Çocuklarda penis gelişimi nasıl olmaktadır?
Penis dış genital yapıların farklılaşmasına paralel olarak gebeliğin 8-16 haftaları arasında gelişmektedir. Penis gelişmesinde testesteron ve dihidrotestesteron isimli iki erkeklik hormonunun rolü vardır. Bu iki hormon gebeliğin son üç ayından bebekliğin ilk altı ayına kadar penis büyümesini sağlarlar. Bu nedenle penisin normal büyüklüğe erişmesi için anne karnında bebeğin salgıladığı hormonların yeterli olması gereklidir. Genel olarak 6. ay ile ergenliğin başlangıcı arasında penis büyümesi yavaştır ve ergenlikle birlikte artan erkeklik hormonlarının etkisiyle erişkin boyutlarına erişir. Penis büyümesi için hormonlar kadar bu hormonlara cevap veren dokuların da normal olmasına ihtiyacı vardır. Erkeklik hormonları penis büyümesi yanında cinsel istek (libido) ve penisin dikleşmesi (ereksiyon) için de gereklidir.

Penis küçüklüğü nasıl anlaşılır?
Penis boyu gerdirilmek suretiyle ve kökü ile ucu arasındaki mesafe ölçülerek değerlendirilir. Bazen penis genital bölgedeki yağ dokusu içine ?gömülü?dür. Bu durumda penis uzunluğunun daha dikkatli değerlendirilmesi gereklidir. Yenidoğan bir bebekte penis boyu 1.9 cm?den küçükse önemli bir sorun var demektir ve mutlaka ileri inceleme yapılmasına ihtiyaç vardır. Değişik yaşlardaki ortalama ve en küçük penis boyları aşağıdaki tabloda verilmiştir. Bir çocuğun penis boyu kendi yaşına uyan en küçük penis boyundan kısa ise penis küçüklüğü var demektir.

Anne ve babalar yenidoğan döneminden itibaren bebeklerin genital yapılarıyla ilgilenmelidirler. Aile bebeğinin penisinin küçük olduğunu düşünüyorsa mutlaka çocuk endokrinolojisi bulunan bir merkeze götürmelidir.

Penis küçüklüğünün nedenleri nelerdir ve bu çocuklara nasıl yaklaşılmalıdır ?
Penis küçüklüğü ya tek başına ya da dış genital yapılarda genel bir bozukluk ile birlikte meydana gelir. Her iki durumda cinsel gelişmeyi sağlayan hormonlarda veya penisi meydana getiren dokularda bir yetersizlik söz konusudur. Penis küçüklüğü ile birlikte testislerin yerinde olmaması anne karnında bebeğe ait hormonlarda bir yetersizlik olduğunu akla getirmelidir. Penis küçüklüğü ile birlikte bebeğin cinsel görünümünün belirsiz olması acil değerlendirmeyi gerektiren bir sorundur. Penis küçüklüğü bazı sendromların veya büyüme hormonu eksikliğinin bir sonucu da olabilir. Penis küçüklüğü vakalarının bir kısmında ise bir neden bulunamamaktadır.

Penis küçüklüğü olan çocuklarda en önemli konu penis boyunun erişkin yaşta cinsel ilişki için yeterli olup olmayacağıdır. Bu nedenle yenidoğan döneminden itibaren hem testislerinin fonksiyonunun hem de penis dokusunun hormonlara cevabının ne durumda olduğunu göstermek için bir dizi inceleme yapılmalıdır. Penisi çok küçük ve erkeklik hormonuna cevap vermeyen çocukların cinsel kimliklerinin yeniden değerlendirilmesi gereklidir. Düşük doz erkeklik hormonu ile penis büyümesi sağlanan ve başka sorunu olmayan çocukları ergenlik dönemi sonuna kadar izlemek ve nedene göre tedavi planlamak gereklidir. Hem tanı hem de tedavi ile ilgili girişimlerinin çocuk endokrinolojisi ünitelerinde yapılmasına özen gösterilmelidir.

Diyete başlarken

Diyete başlayınca her gün bir defa vitamin ve mineral kombinasyonu bir preparat alınız

Yalnız haftada bir gün ve hep aynı gün ve aynı terazide aynı giysi ile tartılın.

Diyet uygularken asla inmek istediğiniz son kiloyu düşünmeyin, verdiğiniz her kilonun zevkini çıkarın.

Yemek yerken sakin olun, gevşeyin, ağzınıza aldığınız her lokmanın tadını çıkarmaya çalışın.

Diyeti uygularken asla fazla uyumayın.

Diyet yaparken kabızlık olabilir, bunu önlemek için bol salata yiyin, bol su için.

Diyet uyguladığınız günlerde çiklet çiğnemeyiniz.

Zayıflamanın tadını aldıktan sonra vazgeçemediğiniz yemekler gözünüzde önemini yitirecektir.

Diyet esnasında başkalarından anlayış beklemeyiniz.Size bu kilonuzun yakıştığını ve kilo vermekle çirkinleşebileceğinizi söyleyecek kimseler olabilir.Onlara inanmayınız, ısrarlara aldırmayın ve diyetinizi bozmayın

Kendinize her zamankinden daha çok bakın ama yeni elbise ve ayakkabı almayın, kilo verdikçe onlarda bollaşacaktır.

Haftada 2 defa 1-2 duble içki içebilirsiniz. Votka, rakı, whisky, şarap, konyak tercih edilen içkilerdir.Vermut, likör, tatlı şarap, bira çok az içilmelidir.
Meraklı Bilgiler Bloguna hoşgeldiniz.